Yaşadığınız gerçeklerle size vadedilen şeyler arasında ne kadar fark var? Şu an baktığınız ekranın piksellerinden bilincinizin derinliklerine kadar uzanan, her gün defalarca maruz kaldığınız “yankı odası, odadaki fil, ölü kedi” adındaki psikolojik ve sosyolojik fenomenleri açıklıyoruz.
Okumaya başlamadan “ne anlatıyon be abla gözünü seveyim be abi” diyenler şimdiden gidebilir, çünkü biliyoruz ki tüm insanlar aynı anda mutlu olamazlar. Aynı anda herkesin mutlu olduğu anlar, çoğunlukla masallarda yaşanır. Hatta onda bile bazen cadılar, yani birileri ölür. Hiç kimse aynı anda siyahı ya da beyazı göremez; ancak tüm bu anların karşımı, herkes için aynı yani “gri”.
İşte sosyal medya çoğu zaman, aslında bize hepimizin ortalamasının gri olduğunu ve bunu kabul ederek yaşamamız gerektiğini unutturuyor. Çoğu insan, hayatı boyunca birilerine sadece siyah demek için yaşıyor, bunu yaparken diğerlerinin “siyahı” olabiliyor. Hatta bunun nasıl çalıştığını bilen bazı önemli kişiler, siyahın kim olduğu konusunda zaman zaman aklınızı karıştırıyor, üstelik ruhunuz bile duymuyor.
Diyelim ki evinizde varlığından bihaber olduğunuz, bu sebeple hiç girmediğiniz bir oda; mahallenizde bir sokak, şehrinizde cadde var:
Ancak bunların var olmadığından o kadar eminsiniz ki tüm eşyalarınızın yerini, tüm sokakları, caddelerdeki tüm dükkanları ezbere bildiğinizi savunuyorsunuz:
Size bunu kanıtlarıyla sunsak bile asla ama asla kabul etmiyorsunuz:
Ta ki o odadan bir çığlık duyulana, o sokakta biri öldürülene, o caddede bir bomba patlayana dek… Her şeyi fark ettiğiniz o an, iş işten çoktan geçti aslında… Biri ya da birileri zarar gördü, hayatını kaybetti, esir düştü. Siz, o ana kadar sadece gerçekleri reddederek yaşadınız:
İşte “yankı odası etkisi” denilen bu fenomen, ne yazık ki sosyal medya, TV kanalları ve gazeteler yoluyla hayatımızı değiştiriyor:
Sosyal medya uygulamaları, sizin politik görüşünüze dek nasıl bir insan olduğunuzu çok iyi biliyor. Daha çok vakit geçirmeniz için hoşunuza gidecek tweet’ler, videolar, hesaplar öneriyor:
Sizinle aynı düşünceye sahip olmayan tweet, paylaşım ya da hesapları görseniz bile tüm bu içerikler; sizinle aynı fikirdeki insanların tepkilerini alırsa karşınıza düşüyor:
Aynı fikre sahip olduğunuz bir hesap, normal şartlarda asla karşınıza çıkmayacak bir tweet’i alıntılayarak tepki gösteriyor. Siz de sadece o tepki bağlamında asıl olayı tüketiyorsunuz. Size yakın bir hesabın tepkisi olduğu için önce tepkiyi benimsiyorsunuz. Sonra bu tepki üzerinden oluşan fikrinizle asıl olayı konuşuyorsunuz. Peki ya tepki haksız bir tepkiyse ve asıl olay doğruysa? Ön yargılarınız bunu görmenizi engelliyor.
Sadece Twitter’da olmak zorunda değil bu durum. A’dan Z’ye tüm sosyal medya platformlarında geçirdiğiniz her saniye bunu yaşıyorsunuz aslında:
Yani her dijital mecrada; tıpkı evinizdeki 4. oda, mahallenizdeki sokak, şehrinizdeki o cadde gibi varlığından bihaber olduğunuz bölgeler var:
Bu habersiz olduğunuz bölgelerde yaşayan insanlar da sizin yaşadığınız bölgeden bihaber. Her iki taraf da birbirlerinin varlığını körü körüne reddediyor sürekli; bıkmadan, usanmadan…
Bazı durumlarda o gizemli oda, sokak ya da caddenin varlığına dair duyum alıyorsunuz. İçten içe buna inanmak isteseniz bile sizin odanızdaki hiç kimse bunu konuşmak istemiyor:
İşte buna “odadaki fil” deniyor. Kocaman bir gerçek, nefes bile almanızı engelleyecek kadar büyük bir şey sizi sıkıştırıyor sürekli, bunalıyorsunuz hep birlikte, ancak kabul etmiyorsunuz. O gerçek hakkında konuşmayı reddediyorsunuz:
Ancak bazen bu odadaki fil, varlığından bihaber olduğunuz diğer odadaki fille akraba çıkıveriyor:
Yani bir anda, iki farklı odada yaşarken birbirlerini reddeden insanlar, aynı gerçekliği kabul etmeye başlıyor. Toplumsal bir olay oluyor mesela… Bir terör saldırısı, şehitler, savaş çıkıyor… Birininin gerçekliğini, fikirlerini körü körüne reddeden insanlar, bir anda, kendi odalarında aynı konuyu “can güvenliğini” tartışmaya başlıyorlar: “Ya biz de ölürsek, ne yaparız!” diyorlar…
Odadaki filller birbirleriyle haberleşiyor, iki yıldızın çarpışması gibi çok nadir gerçekleşen bir şey oluyor sonuçta ve iki odadaki, birbirlerine tamamen yabancı insanlar bir anda aynı konuyu tartışıyorlar:
“Yeter” diyorlar “Yeter artık! Can güvenliğim yoksa sorumluları hesap vermeli!” diye isyan ediyorlar. Çoğu insan, olayı birebir yaşamadan, sadece duyumlarla sokaklara dökülüyor…
İşte tam bu sırada hayatınıza etki edecek kadar önemli bir insan geliyor yanınıza, çoğu zaman sakince önünüze “ölü bir kedi” bırakıyor:
O ana kadar sadece duyumla kabullendiğiniz odadaki filin gerçekliğini, bir anda unutuveriyorsunuz. Önünüzdeki kedinin gerçekliği sizi darmadağın ediyor… Bir anda konuştuğunuz her şey değişiyor, sadece ama sadece kediyi konuşuyorsunuz:
İçiniz, gördüğünüz manzara karşısında paramparça oluyor. İnsansınız sonuçta. Odadaki fil çok da önemli değil; o an, sadece o kısa süre içinde tek gerçek, önünüzdeki ölü kedi oluveriyor bir anda:
Bu sırada size o kediyi getiren önemli kişi diyor ki; “Bu zavallının ölümünden yan odadaki, o bilmediğiniz sokaktaki, caddedeki insanlar sorumludur, hesabını sorun!”
Artık tek gerçekliğiniz gördüğünüz vahşetin, trajedinin hesabını sormak. Bir süre önce aynı fikirde buluşmak üzere olduğunuz yan odadaki, sokaktaki, caddedeki insanlarla artık DÜŞMANSINIZ:
Aynı şekilde onlar da size düşman, çünkü bir “ölü kedi” de onların masasına bırakılmış, sorumlusu olarak siz gösterilmiş durumdasınız:
Buna da “kutuplaşma” deniyor. Aynı fikirde, aynı sorunda buluşmak üzere olduğunuz, aynı çözümü üreteceğiniz insanlar, tüm odaları bilen “önemli kişi” tarafından yanıltıldı. BÖLÜNDÜNÜZ:
Varlığından yeni haberdar olduğunuz, sadece bir duyumla ortak noktada buluştuğunuz insanlara karşı, vahşete düşürücü bir gerçek sebebiyle düşman oldunuz. Ancak o vahşeti gerçekleştirenler, aslında odaya giren “önemli insanların” ta kendileriydi:
Bunu bilmiyordunuz tabii… O şokla gerçekliğiniz değişti, fili unuttunuz, kediyi ve faillerini cezalandırmak istiyorsunuz. Öfkeniz kabınızdan taşıyor ama çok yanlış bir yere.
2000’lerin zirvesinde olan ABD halkı, ekonomik krizi (odadaki fili) fark edip ortak tepki göstermeye başladı (Kutuplaşma tersine döndü). Ordu, Irak’a girdi (ölü kedi stratejisini ortaya koydu), kendi halkına petrol zenginliğini, dünyaya demokrasiyi vadetti:
Bugün, tıpkı bunun gibi yüzlerce farklı odadaki fili reddediyor, tam kabul edecekken bir sürü ölü kedi vakasıyla gerçekliğimizi kaybediyoruz. Gerçekler, çoğunlukla bizi huzursuz edecek niteliğe sahipken verilen vaatlerin tamamında “zenginlik” ve “eşitlik” gibi hayata ve vadedenlere inanmanızı kolaylaştıracak olumlu içerikler var.
Şimdi bir yanınız sosyal medya hesaplarını silmek, telefonu, TV’yi kapatmak istedi mesela… Ancak bu yazı da sizin için odadaki filden farklı değil. Silseniz de kapatsanız da geri dönmeniz an meselesi. Çünkü herkes olmasa bile çevrenizdekilerin, gördüklerinizin, yaşadıklarınızın “beyaz” olmasını istiyorsunuz. Aslında herkes gibi siz de tüm renklere sahipsiniz:
Peki ya sonuçta ne oluyor? Doğrudan tanık olduğunuz ve deneyimlediğiniz gerçeklerle size söylenenler arasındaki fark; geleceğinizi belirleyecek tek şey. İşte bu yüzden size kimse söylemeden o odanın kapısını çalmanız, o sokaktan geçmeniz, o caddedeki dükkanlara uğramanız ve kararlarınızı buna göre almanız gerekiyor. Asıl zor şey de tam olarak bu kısım.