Sosyal medyada birilerinin birilerini “linçlemediği” günler sayılı. Peki bu yönteme bu kadar sık başvurulmasının ardında hangi sebepler yatıyor olabilir?
Bir süreliğine sosyal medya kullanmış veyahut ona maruz kalmış herkes linç kültürü, linç yemek gibi kavramlara aşina. Yine de ansiklopedik davranalım ve kısaca özetleyelim.
Bir kişi ya da grubun, bulunduğu düzenin hâkim kabul ve anlayışlarına yamuk yaptığında gördüğü toplu ve şedit tepkiye linç deniyor. Tüm bu sürecin neredeyse sıfır derecede kaynayan su netliğinde toplumun tunç yasası haline gelmesine de linç kültürü diyebiliriz.
Linç kültürünün kökenleri ve batıdaki “cancel culture” kavramı:
Batıda daha çok cancel culture ismiyle kavramsallaştırılan bu fenomenin kalabalıkların gücüyle toplumun sakıncalı uçlarına bir tür ayar çekme mekanizması olarak işlediğini söylemek mümkün.
Kevin Spacey ve Niceleri ile Hayatımızda Yer Edinen “İptal Kültürü (Cancel Culture)” Nedir, Neden Bu Kadar Arttı?
Her ne kadar sosyal medyada altın çağını yaşayıp kavramsallaştırılmış olsa da, linç kültürü denen şeyin insanlık tarihi kadar eski olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Bundan binlerce yıl önce, insanlığın avcı toplayıcı topluluklardan müteşekkil olduğu dönemde bile bir anlamda vardı linç kültürü. Yol arkadaşlarına ters düşen, aykırı fikirlere sahip kara koyunlar günün sonunda topluluktan men edilir, çetin doğa şartlarında tek başına hayatta kalması pek mümkün olmayan bu kimseler ölümle yüzleşmek durumunda kalırdı. Bundan 2400 yıl önce Sokrates, sakıncalı fikirleriyle gençlerin kafasını bulandırdığı iddiasıyla Atina hükümeti tarafından baldıran zehiri içmeye zorlanmıştı.
Sokrates Neden Belli Bir Eğitim Seviyesine Sahip Olmayanların Oy Vermemesi Gerektiğini Düşünüyordu?
Kadim zamanların aksine linç kültürü denen şeyin bugünlerde can aldığı pek vaki değil. Bunun yerine faillerin toplum nezdindeki itibarları, cürümlerinin çapına göre bir süreliğine ya da süresiz biçimde çöpe atılıyor. Bu da faile maddi ve manevi hasar olarak geri dönüyor.
Peki neden linç kültürü yaygınlaşıyor?
Onu bu denli cazip yapan tek bir faktör yok. Kitle iletişiminin nefes almak kadar akışkanlaştığı bir zamanda yaşamamız, bir şeylere sosyal medya üzerinden tepki göstermenin son derece zahmetsiz olması gibi sebepler ilk akla gelenler. Ancak muhtemelen daha kuvvetli sebepler olarak, hayatta kalma içgüdüsü ve insanların adalet sistemine ve kurumlara güvensizliğinden bahsedilebilir.
İnsanlar, her canlı gibi zarar görmekten korktuğu için, toplumun normlarına aykırı davranan kimselerin bu zarar görme ihtimallerini artırmasından kaygı duyarlar. Bu gibi aykırılıkların toplumsal dokuyu tesis eden bağları koparmasından endişe ederler. Tüm bunlar çoğu zaman sezgisel düzeyde cereyan eder.
Bir toplumda düzeni sağlamak çoğunlukla devletin sorumluluğunda olsa da, çoğu karşısında kurumların işlememesi veyahut yetersiz kalması (veyahut bazı durumların kurumları ilgilendirmemesi) ihtimali daima vardır. Bu noktada insanlar gerekirse sorumluluğu ellerine alıp düzeni kendileri tesis etmek isterler.
Bir zamanın sokaklara dökülen öfkeli linç kalabalıkları, günümüzde sosyal medyanın her an tetikteki hesap sorucuları bu davranışa birer örnektir. Tek bir insanın gücü köklü değişimlere yetmez, ama aynı şekilde düşünen bir grup kalabalık, tarihin akışını dahi değiştirebilir. Bu da yine tarihin bize öğrettiği sayısız dersten yalnızca biridir.
Yine tarihin bize gösterdiği, her koşulun kendi çözümlerini üretmesidir. Batman gibi:
Batman, ilk sayısı 1939’da yayınlandıktan kısa süre içinde dünyanın en sevilen süper kahramanlarından biri haline gelmişti. Peki Batman’i bu denli önemli yapan neydi? Geceleri haydut döven yarasa kostümlü bir adam günümüz dünyasında ortaya çıksaydı bu kadar sevilir miydi?
Şüphesiz Batman’i adaletin çekici haline getiren şey, ancak ortaya çıktığı dönemin şartlarına bakılarak anlaşılabilir. 1930’lar ABD’si Büyük Buhran’ın yaralarını sarmaya çalışan, suç oranlarının zirve yaptığı, büyük kentlerin mafyaya teslim olduğu bir dönemi temsil ediyordu. Polis hem teknik, hem de operasyonel anlamda zayıftı. Asayişi sağlamak bugünkü kadar kolay değildi.
İşte böyle bir ortam tam da Batman gibi adil, kuvvetli, otomobilinde emniyet kemeri bile bulunmayan polis teşkilatının aksine havalı oyuncakları ve silahları olan, geceleri karanlık dehlizlerde ve ara sokaklarda korkusuzca faaliyet gösterebilen bir yargıcın çok sevilmesine imkan tanıdı. O zamanlar toplumun ihtiyaç duyduğu, Batman’di.
Bugün mü?
Bugün Batman’e gerek yok. Gelişen teknoloji, iletişim imkanlarımız, devletlerin istihbarat ve gözetleme kabiliyetleri sayesinde Batman gibi maskeli karakterlere lüzum kalmadı. Suçlar bir şekilde hallediliyor. Kalan şeylerin düzeltilmesi için lazım olan şey de çoğu zaman, bir grubun “yanlış” olanı yeterince yüksek bir sesle haykırması. Gerisi kendiliğinden geliyor zaten…